ESBABU’L-VAZ
MEVDU’U’L-METN -
MUHTALAK
MEVDU –
KUTUB-İ MEVDUAT
DİKKAT! BU SAYFA OLDUKÇA
UZUNDUR, ANCAK OKUYACAĞIN EN ÖNEMLİ BİR-KAÇ MADDE’DEN BİRİDİR. MUTLAKA TÜMÜNÜ
OKU !
Sözlükte koymak, bir kimseyi
mertebesinden aşağı düşürmek, borcundan bir miktar eksiltmek, hakaret etmek,
uydurmak manalarına gelen vada'a kök fiilinden alınma bir kelimedir. Birçok
hadis ıstılahı gibi ismi mef’ul kalıbında gelmiştir.
Hadis ıstılahında
uydurma manâsıyla alakalı olarak çeşitli maksatlarla uydurulup Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem'e iftira ve nisbet edilerek rivayet edilen sözlere denir.
Az ilerde söz konusu
edileceği üzere İslâm düşmanlığı, fırka ve mezhep taassubu, kabile, dil, belde
veya peşinden gidilen kişileri övme düşüncesi, mevki ve dünyalık hırsı,
cahillik gibi sebeplerle Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in ağzından hadis
uydurulmuştur. İsnadsız hadis kabul görmeyeceği için de tamamen Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem'in ağzından uydurulan bu sözlere rağbet sağlamak üzere düzme
isnadlar ekleyerek halk arasında yayılmıştır. İşte bu şekilde Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem'e iftira edilerek onun ağzından uydurulan sonra da uydurma
isnadlarla müslümanlar arasında yayılan rivayetlere mevzu hadis adı verilmiştir.
Mevzu hadislere az olmakla birlikte aynı manada muhtalak denildiği de olur.
Mevzu hadislerin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'le hiçbir ilgisi yoktur. Bu
yüzden bunlara hadis denmesini doğru bulmayan âlimler vardır. Mevzu hadislerin
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e ait olanlara benzeyen tek yönü, onların da
isnad ve metinden ibaret oluşudur. Ancak hadis diye uydurulmuş sözlerin isnadı
da düzmedir ve Peygamberimizin (s.a.v.) ağzından uydurulan sözlerin derecesine
yükseltmek için uydurulmuştur.
Mevzu hadislerin ne
zaman ortaya çıktığını kestirmek güçtür. Ancak, Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem'in terbiyesi altında yetişmiş; varını yoğunu İslâm Dini uğruna feda
etmiş bullunan Sahabenin bu kötü işi ilk defa başlatanlar olduğu düşünülemez;
çünkü onların imanı Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in ağzından hadis uydurup
uydurduklarını müslümanlar arasında yaymalarına engel teşkil eder. Ayrıca hepsi
de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in şu sözlerini bilen insanlardır.
“Şüphe yok ki benim
ağzımdan yalan söylemek başka bir kimsenin ağzından yalan söylemek gibi
değildir. Kim benim ağzımdan kasıtlı olarak yalan söylerse Cehennem'deki yerine
hazırlansın”
Ayrıca Sahabîlerin büyük
çoğunluğu İslâm Dini'nin esasları olan Kur'ân-ı Kerim ve Sünneti yaymak
konusunda olağanüstü gayret göstermişlerdir. Hepsi de bu iki aslın gereğince
hareket etmişlerdir. Dolayısıyla onlara aykırı hareket ederek Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem'in ağzından asılsız şeyler uydurmuş olmaları akla yatkın
değildir.
Sahabenin hadis uydurmuş
olması ihtimali söz konusu olmayınca geriye İslâm düşmanları kalır. Bunlar,
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem zamanında Cenâb-ı Hak vahiy gönderip
yalanlarını açığa çıkardığı için seslerini kısmak zorunda kalmışlardı. Nebi
s.a.v.'in vefatıyla vahiy kaynağı kesilince kısa zamanda müslümanlar arasında
ikilik çıkarmaya muvaffak oldular. Üçüncü Halife Hz. Osman'ın şehid edilmesiyle
başlayan olaylar İslâm birliğini parçaladı. Hz. Ali devrinde yapılan Sıffîn
Savaşından sonra müslümanlar hariciler (havaric), Şi'a ve cumhur olmak üzere
başlıca üç gruba ayrıldılar:
1. Hariciler (Havaric):
Hz. Osman'ın şehid edilmesini; Sıffîn Savaşındaki hakem olayını bahane ederek
Hz. Ali'ye karşı çıkanlardır. Bunlar Hz. Ali'yi tekfir edecek kadar ileri
giderek sonunda onu şehid etmişlerdir.
2. Şi'a (Hz. Ali
taraftarları): Hz. Ali Nebi s.a.v.'in damadı, amcasının oğlu dindar, yiğit,
âlim bir kimseydi. Bu meziyetleriyle sahabe arasında önemli bir yeri vardır.
Bazı kimseler onun Kureyş'in haşim oğulları koluna mensup olmasını da hesaba katarak
halife olmasını istediler. Sıffîn savaşından sonra İslâm Dinî'ni içinden yıkmak
için çalışan münafıklarla Yahudilerin tesiriyle, bu isteği ileri götürenler
oldu. Bunlar önce Hz. Ali'nin Nebi s.a.v. tarafından vasi' tayin edildiğini
ileri sürdüler. Sonra daha ileri giderek onunla ilgili itikad esasları
uydurdular. Hz. Ali adına uydurulan itikad esasları içinde onu uluhiyet
derecesine yükselten sapık fikirler bile vardır. Zamanla Hz. Ali fikri
etrafında toplananlara Şi'a denilmiştir.
Şi'a'ya mensup olanlar,
aralarına sızmış bulunan İslâm düşmanlarının tesiriyle kendilerini
destekleyecek yollara başvurarak hadis uydurma yoluna gittiler. Buna göre İslâm
tarihinde ilk hadis uydurma işini Şi'a başlatmış oldu. Hz. Ali'yi olağanüstü
vasıflarla öğen, Hz. Mu'aviye ve Emevîleri yeren hadislerin hemen hepsi
Şi'a'nın uydurmasıdır. Bu çeşit hadislerden bir kaç örnek:
“Ben ve Ali aynı nurdan
yaratıldık. Cenâb-ı Hak Adem'i yaratmadan iki bin yıl önce biz arşın sağında
idik. Allah sonra Adem'i yarattı bizi de erlerin sulbüne koydu..”
“Ali insanların en
üstünüdür demiyen (insanların en üstünü olduğuna inanmayan) kâfir olur..”
“Kalbinde Ali'ye karşı
kin besleyerek ölen bir kimse Yahudi ve Hristiyan olarak ölmüş olur.”
“Mu'âviye'yi mimberimde gördüğünüz
zaman hemen öldürünüz.”
Hz. Ali taraftarları
onun lehine, Emevîler ve Hz. Mu'aviye aleyhine hadis uydurunca karşı taraf da
aynı yola başvurmakta gecikmedi. Her iki tarafın uydurduğu hadislerin sayısı
bir hayli fazladır.
Emevîlerden sonra İslâm
âlemine hakim olan Abbasiler devrinde de hadis uydurma işi devam etti. Bu kısa
bilgi bizi hadis uydurma işinin Şi'a tarafından başlatıldığı, diğerlerinin
onların açtığı Çığırdan yürüdükleri sonucuna götürmektedir. Nitekim Şi'a
taraftan bir alim bu gerçeği şöyle anlatır: “Bil ki fedâ'il (bir kimsenin
faziletleri) konusundaki yalan hadislerin aslı Şi'a tarafından gelmiştir. Onlar
başlangıçta imamları hakkında çeşitli hadisler uydurmuşlardır. Onları hadis
uydurmağa iten sebep hasımlarının düşmanlığı idi. Diğerleri bu faaliyeti
gördükleri zaman, Şi'anın uydurma hadislerine karşılık onlar da kendi imamları
hakkında başka hadisler uydurdular.”
3. Cumhur (Tarafsız
Müslümanlar): Çoğunlukla Hz. Ali veya Haricîler tarafını tutmayanlardır.
Tarafsız olan bu grubun içinde başka sebeplerle hadis uyduranlar -az da olsa-
çıkmıştır.
Şi'a tarafından
başlatılan hadis uydurma işi yukarıda değindiğimiz gibi daha sonraları
alabildiğine devam etti. Bu arada hadis uydurma sebepleri arttı. Başlangıçta
yalnız siyasİ maksatla hadis uydurulduğu halde sonraları kabile, milliyet, dil,
ülke, mezhep, mezhep imamları konularında da hadis uydurulduğu görüldü. Bütün
bu sebeplere müslümanları ibadete teşvik etmek heyecanlı va'zlarla halkı
coşturup dünyalık elde etmek; halife ve valilerin gözüne girmek gibi sebepler
eklenince hadis uydurma faaliyeti daha yaygın bir şekil aldı.
Kim olursa olsun hadis
uyduranları bu kötü işi yapmaya sevkeden bazı sebepler vardır. Bunlara
esbâbu'l-vaz' denir. Hadis uydurma sebeplerinin belli başlıları şunlardır:
1. İslâm Düşmanlığı:
Nebi s.a.v.'in Medine'ye
hicretinden sonra kurulan İslâm Devleti kısa bir zamanda çok güçlenmişti. Bu
devlet onun vefatı üzerinden çok geçmeden bütün Arabistanı kapladığı gibi İran
ve Horasan içlerine kadar yayıldı. Yıkılan imparatorluklar, devrilen
saltanatlar, bozulan menfaatlar kısa bir süre sonra İslâm düşmanlığına döndü.
Öte yandan İslamiyeti yıkamayanlar, kuvvetlenmesine engel olamadıkları gibi onu
içinden yıkmak için inanç esaslarına fesad sokmak; böylece, İslâm birliğini
parçalamak yoluna gittiler. Çoğu müslüman olmuş görünerek birçok yabancı fikir
ve hurafeleri hadis kılığında İslâm Dini'ne soktular.
2. Fırka, Mezhep,
Kabile, Dil Ya da Beldeyi Yahut Mezhep İmamlarını Savunma İsteği:
Hz. Osman'ın şehid
edilmesinden sonra ortaya çıkan çeşitli fırkalar, fikirlerini yayabilmek için
iki kaynağa başvurdular: Kur'ân-ı Kerim ve hadisler... Yaptıkları iş şöyleydi:
Kur'ân-ı Kerim'i kendi fikirleri doğrultusunda te'vll etmek; görüşlerini
destekleyen hadisleri yaymak; görüşlerine uymayan hadisleri zoraki te'vil
etmek; Nihayet fikirlerine uygun hadis yoksa uydurmak... Tevbe etmiş bir
ihtiyar haricinin şu sözü bunu gösterir: “Dininizi kimlerden aldığınıza dikkat
edin, çünkü biz bir şey istedik mi onu hadis şekline koyuverirdik.”
3. İslâm Dini'ne Hizmet
Etmek Arzusu:
Müslümanları iyiye,
doğruya, güzele yöneltmek; kötülüklerden uzaklaştırmak, böylece güya İslâm'a
hizmet etmiş olmak için binlerce hadis uydurulmuştur. Amellerin faziletlerine,
Kur'ân okumaya, nafile ibadete teşvik maksadıyla uydurulan sözler bu konuda
tipik örnekler verir. Bir tanesini görmek yeterli bilgi verecektir.
“Her kim pazartesi günü
dört rekat namaz kılar ve her rekatta Fatiha, Ayetu'l kursî, Kul huvallahu
ahad, Kul e'ûzu bi'rabbi'l felak, kul e'ûzu bi'rabbi'n-nâs'ı birer defa okur;
selam verdiğinde on defa istiğfar eder; on defa da salavât getirirse, bütün
günahları affolunur. Allah Te'âlâ ona Cennette beyaz inciden yapılmış on odalı
bir köşk verir. Her odanın uzunluğu ve genişliği üçer bin arşındır. Birinci oda
beyaz gümüşten, ikincisi altından, üçüncüsü inciden, dördüncüsü zümrütten,
beşincisi zebercetten, altıncısı iri incilerden, yedincisi parlayan bir
nurdandır. Odaların kapıları anberden yapılmış olup her kapının önünde
za'ferandan bin tane örtü vardır. Her odada kâfurdan yapılmış bir karyola; her
karyolanın üzerinde bin yatak vardır...”
Bu maksatla hadis
uyduranlar, gariptir ki, müslümanlara hizmet ettikleri inancı içindeydiler.
Böyleleri yaptıkları işi mazur göstermek için de, Nebi s.a.v. aleyhine, ona
isnad ederek yalan uydurduklarını değil; lehine yalan söylediklerini iddia
ediyorlardı.
4. Şahsî Menfaat
Kaygısı:
Va'izlerin cami ve
mescidlerde yaptıkları va'zları daha tesirli bir hale getirmek için baş
vurdukları yollardan birisi halkı heyecanlandıracak hadisler uydurmaktır.
Böyleleri halka hitaplarında onların dini duygularını ve heyecanlarını
kabartarak dine karşı ilgilerini artırmak gayesi güderler. İçlerinde bu yolla
meşhur olup şöhret ve servet elde etmek peşinde olanlar da vardır. Bunlara
kıssacı anlamında kassâs denilir. Çoğulu kussas gelir. (Bk. Kussas). Kıssacı
vaizlerden birinin meşhur iki muhaddis, Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Ma'in ile
olan macerası bu konuda önemli bir misal teşkil eder. Özellikle halkın dinî
duygularını istismar ederek dünyalık elde etmek uğruna hadis uyduranların
halini çok güzel belirten meşhur olay Kussas başlığı altında nakledilmiştir.
5. Halîfe ve Emirlere
Yaklaşmak Arzusu:
Kendisine bir çıkar
sağlamak ümidiyle meşhur veya zengin adamlara yaklaşan, onların arzularına göre
hareket edenler her devirde bulunur. Hadis uydurmaya başlanmasından itibaren
müslümanlar arasında da böyleleri çıkmıştır. Halife veya emirlerin heveslerine
göre fetva verenler, gerektiğinde hadis uydurmaktan çekinmemişlerdir. Bu konuda
Gıyâs b. İbrahim'in sahtekârlığı çok meşhurdur. Gıyâs bir gün Halife Mehdî'nin
yanına girer. Onun güvercin yarıştırdığını görünce, hemen Nebi s.a.v.'e kadar
ulaşan bir sened söyler ve arkasından Peygamberimizin “Ok, deve, at ve kuş
yarışlarından başkası için ödül almak helâl olmaz.” dediğini rivayet eder.
Mehdi, Gıyâs'a hemen on bin dirhem verir; fakat hadisin aslında olmayan “kuş”
kısmını uydurduğunu anlayınca “Senin şu kafan yok mu? o bir yalancı kafasıdır!”
diyerek huzurundan kovar. Hadis uydurmaya sebep oldukları için de güvercinleri
kestirir.
İslâm Tarihinin ilk
devirlerinde başlayan hadis uydurma hareketi muhaddisleri hadis uyduranlarla
mücadele etmek zorunda bırakmıştır. Kasden yahut bilmeden yahut da iyiik
yapıyorum düşüncesiyle uydurma sözleri hadis diye yayanlara karşı ciddî bir
mücadele verilmiştir. Bu mücadele aynı zamanda Nebi s.a.v.'e gerçekten ait olan
hadislerin korunması için ne derece titiz davranıldığını da gösterir. Hadis
Vaz’ına karşı alimlerin aldıkları tedbirleri dört grupta incelemek mümkündür.
1. İsnad ve Sende
Tenkidi:
Muhammed b. Sîrîn'in
şöyle bir sözü vardır. “İlk zamanlar kimse isnad sormuyordu; fakat müslümanlar
arasına fitne girince o zaman isnad sorulmağa başlandı. Ehl-i Sünnetten
olanların hadisleri alınma; bid'atçıların hadisleri terkedilme yoluna gidildi.
Bu söz bize uydurma hadislerin ortaya çıkması üzerine hadisçilerin sahih
hadisleri toplayabilmek için onları rivayet eden kimselere isnad sorduklarını
gösterir.
Gerçekten Hz. Osman'ın
şehit edilmesi. Bunu takip eden Cemel ve Sıffîn harpleri, İbnu'z-Zubeyr'in
halifeliğini ilan etmesi, Velid b. Yezîd'in öldürülmesi gibi olaylar üzerine
ortaya bazı siyasi karışıklıklar çıktı. Bu karışıklıklar, hadis uydurma
hareketini alabildiğine körükledi. Böyle bir ortamda meydana gelen fikir
ayrılıkları zamanla siyasî ve itikadi mezhepleri oluşturdu. Bunlara daha
sonraları amelî mezhepler de eklendi. Bu fırka ve Mezhepler herbiri kendi
görüşlerine uygun hadisleri yaymaya başlayınca hadislerin sayısı bir hayli
arttı. Bir yandan mevzu hadislerin sayıca çoğalması öte yandan her önüne
gelenin her duyduğunu rivayet etmesi karşısında ise isnad mecburiyeti konuldu.
Böylece hadis uydurmanın önüne az da olsa geçmek imkanı doğdu.
Bir hadisi
değerlendirmek isteyen ilkin onun senedine bakar. Hadisin sahih veya zayıf
oluşu konusunda ilk bilgiyi sened verir. Eğer hadisin senedinde hadis
uydurmakla tenkid edilen biri varsa senedlerin eleştirilip sağlam olanların
açığa çıkarılması aynı zamanda uydurma hadislerin tanınmasına yardım eder.
İsnaddaki kusurlar da böyledir. “Eğer isnad olmasaydı isteyen istediği sözü
hadis diye rivayet ediverirdi. Böyle birine “Sana bunu kim rivayet etti?” diye
sorulacak olsa şaşırıp kalır” sözü bunu gösterir.
İlerde göreceğimiz gibi
isnad ve sened tenkidi, İslâm âlimlerinin eseri olan Cerh ve Ta'dil, Târîhu'r-Ruvât
gibi hadisle ilgili ilimlerin oluşmasını sağlamıştır.
2. Metin Tenkidi:
Tamamen müslüman
alimlerin icadı olan hadisle ilgili ilimlerin bir tek hedefi ve gayesi vardır.
Nebi s.a.v.'e gerçekten ait olan hadisleri tesbit etmek. Bu hedefe varmak için
konulan isnad ve ravileri eleştirmek gibi tedbirlerle yetinmeyen muhaddisler,
elde edilen hadis metinlerini de eleştirmek yoluna gitmişlerdir; çünkü hadis
uyduranlar uydurdukları hadislere en sağlam isnadları eklemekten
çekinmemişlerdir. Bu durumda bir hadisin sahih ve makbul sayılabilmesi için
yalnızca isnad yeterli olmamıştır. Bir başka deyişle muhaddisler bir hadisi
sahih kabul etmek için sadece isnadın ve senedin sahih oluşuyla yetinmişler;
hadisin metnini bir de akıl süzgecinden geçirme yoluna gitmişlerdir.
İbnu'l-Cevzî'nin “Allah atı yarattı, sonra koşturdu...” uydurmasını tenkid
ederken söyledikleri bunu gösterir. Diyor ki:
“Böyle bir hadisin
ravilerini araştırmaya hiç gerek yoktur; çünkü sika raviler imkânsız bir şey
rivayet edip devenin iğne deliğinden geçtiğini haber verseler, sikalıklarının
bir faydası olmaz. Eğer sen bir hadisi akla ve dini prensiplere aykırı
bulursan, bil ki o hadis uydurmadır.”
3. Muhaddislerin
Mücadelesi:
Yukarıda sözünü
ettiğimiz gibi hadîs uyduranlara karşı girişilen mücadele sahih hadisleri
toplamak için yapılmıştır. Böyle bir maksatla yapılan mücadele sahih hadisleri
toplayıp yaymak onları sahih olmayanlardan ayırmayı sağlayacak kaideler koymak
ve hadis rivayet esaslarını tesbit etmek şeklinde yapılmıştır, ayrıca muhaddisler
hadis uyduranlara karşı durmuşlardır. Meşhur muhaddis Buhârî uydurma hadis
rivayet edenlerin iyice döğülüp uzun süre hapsedilmesi (darbı şedîd, habs-i
medîd) gerektiğine fetva vermiştir. Muhaddislere ve mezhep imamlarına göre
uydurma hadis rivayet eden kimse, başkalarının ibret alacağı bir şekilde
cezalandırılır. Rezil edilir ve azarlanır. Yüzüne bakılmaz, selam verilmez.
Kendisiyle bütün ilişkiler kesilir. Sufyân b. Uyeyne, böylesinin boynunun
vurulması gerektiğini, Yahya b. Ma'în, kanının helal olduğunu söylemişlerdir.
Demek oluyor ki hadisçiler, sünnetin koruyucusu olarak yalancıların karşısına
çıkmışlar, onları yollarından çevirmek ve zararsız hale getirmek için maddî
mukavemet usullerine başvurmuşlar; bazan da bir takım tehdit vasıtaları denemişlerdir.
Şurası muhakkak ki, Sünnetin müdafaası uğruna yapılan mücadelede büyük bir
başarı elde edilmiştir.
4. Mevzu Hadislerin
Teşhiri:
Muhaddislerce, bir
hadisin uydurma olduğuna çeşitli şekillerde hükmedilir, ancak onu uyduran
raviye nisbetle verilecek hüküm, insanda hasıl olan galib zan yolu iledir.
Kesinlikle değildir; çünkü çok yalancı olan bir kimsenin bazan doğru söylemiş
olması mümkündür. Böyle bir kimse tarafından rivayet edilen hadis hakkında
mevzu hükmünü vermek, o kimsenin rivayetinde doğru olabileceği ihtimali
dolayısıyla zanna dayanır; ancak bu zan, ravinin yalancı olarak bilinmesi
dolayısıyla da gerçeğe yakındır ve hadis hakkında sahih hükmünden ziyade mevzu
hükmünün verilmesinin sağlar. Diğer taraftan, bu hükmü verecek olan hadis
imamları sahip oldukları kuvvetli meleke, parlak zihin, geniş anlayış ve hükme
mesned teşkil eden karinelere derin vukuf sayesinde, hadislerin mevzu
olanlarını diğerlerinden ayırt etmekte güçlük çekmezler.
Bazen de bir mevzu
hadisin uydurma olduğu, onu uyduranın itiraf etmesiyle anlaşılır. Hadis
uyduranların bir kısmı sonradan yaptıklarını itiraf etmişler; bir kısmı zor
karşısında bir kısmı da pişmanlık duyarak yaptıklarını kendi ağızlarıyla
söylemişlerdir. Buna dair pek çok misal vardır. Meselâ Meysere, Kur'ân'ın faziletleri
konusundaki hadisi uydurduğunu bizzat kendisi itiraf etmiştir. Ömer b. Subh'un
Nebi s.a.v.'in bir hutbesini uydurduğunu itiraf etmesi de bu konuda misal
verilebilir.
Bununla birlikte hadisin
mevzu olduğuna delâlet eden bazı karineler vardır. Bu karineler bazen ravide
olur, bazen de hadisin kendisinde bulunur. Ravide bulunan karinelerin
önemlileri, ravisinin hadis uydurmakla tanınan bir kimse olması, hali, aşırı
mezhep taraftan oluşu gibi hususlardır. Bunlar hakkında kısa bilgiler verelim.
Mevzu hadisin
ravilerinden biri en ağır cerh sebebi olan hadis uydurmakla tanınan birisi ise
isnadında onun yer aldığı hadisin mevzu olduğuna kolayca hükmedilebilir.
Meselâ: “Allah için ilmi talep eden biri ilmin herhangi bir babına (konusuna)
göz atar atmaz alçak gönüllülüğü artar. İnsanlara karşı tevazuu, Allah korkusu,
dünya işlerine gayreti fazlalaşır. İlminden faydalanan ilim öğrenmek için
müracaat edilecek kimse odur. İlmi dünya menfaati ve insanlar nazarında yüksek
mevkii sahibi olmak sultanlara yakınlık kurmak için öğrenen kimse ise onun
herhangi bir konusuna gelince nefsinde büyüklük duygusu, Allah'a karşı gururu;
dininde cefası artar. İşte böylesi ilimden hiç bir fayda görmez. İlmi kendine
hüccet olmaktan çıkar. Kıyamet günü ise pişmanlık ve aşağılık verir.” hadisinin
ravisi Ömer b. Subh aşırı yalancı ve hadis uydurmakla bilinen biridir. Bu
hadisin isnadında onun ismine rastlanması onun uydurma olduğunun açığa
çıkmasına yardım eder.
Bazen hadisin mevzu
olduğu ravisinin halinden anlaşılır. Buna misal olarak Me’mun b. Ahmed'in
el-Hasenu'l-Basrî ile ilgili bir sözü verilebilir: Bir gün bu şahsın yanında
el-Hasen'in Ebu Hureyre'den hadis işitip işitmediği konusunda ihtilaf söz
konusu edilince Me’mun, hemen Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e ulaşan bir
isnad söyleyerek şöyle demiştir: “El-Hasenu'l-Basrî Ebu Hureyre'den hadis
işitti.”
Seyf b. Umer et-Temîmî
anlatmıştır. Sa'd b. Tarifin yanında bulunuyordum. O sırada oğlu mektepden
ağlayarak gledi. Ona neden ağladığını sorunca çocuk “hoca döğdü” cevabını verdi.
Sa'd hemen “bu gün onu rezil edeceğim” dedi ve Haddesenî İkrime, an İbn Abbas
isnadiyle Nebi s.a.v.'in “Çocuklarınızın hocaları en şerlilerinizdir. Yetimlere
karşı en az merhametli, yoksula karşı en katı kalpli olanlar da onlardır”
dediğini rivayet etti.
Bir gün Me’mun b. Ahmed
el-Hereviye,
“Görüyormusun Horasan'da
İmam-Şâfiî'ye tâbi olanlar ne kadar çoğaldı” denilince hemen Nebi s.a.v.'e
kadar ulaşan bir isnad söyleyerek onun
“Gün gelir, ümmetimden
Muhammed b. İdris isminde biri çıkar. O ümmetim için İblis'den daha
tehlikelidir. Gün de gelecek, ümmetimden Ebu Hanîfe adlı biri çıkacak, o
ümmetimin ışığı olacaktır” buyurduğunu rivayet eder. Şu rivayet de aynıdır:
Muhammed b. Ukkaşe el-Kirmânî'ye “halk namazda rükua varırken ve rûkudan
kalkarken ellerini kaldırıyorlar” denildi. O hemen bir isnad sevkettikten sonra
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'den “rukuya varırken ellerini kaldıranın
namazı olmaz” hadisini rivayet etti.”
Ravinin aşırı mezhep
taraftarı oluşu da mevzu hadisin tanınmasında önemli bir karinedir. Böyle bir
ravi mezhep veya mezhep imamı, yahutta mezhebin görüşü ile ilgili bir hadis
rivayet ederse bu, hadisin mevzu olduğunu delâlet eden karine sayılır. Yukarıda
geçen Me’mun b. Ahmed'in Şafiî'lerin Horasan'da yayıldıklarının söylenmesi
üzerine hemen Îmam-ı Şafiî'yi yeren buna karşılık İmam-ı A'zam'ı öğen hadis
rivayet edişi buna da misaldir. Me’munun mutaassıp bir hanefî oluşu rivayetinin
mevzu oluşuna ayrı bir karine olmuştur.
Bir hadisin mevzu
olduğuna delâlet eden karinelerden hadisin metninde bulunanlara gelince, bunlar
sırasıyla hadislerin lafzında ve manasında bozukluk olması; akla ve tecrübe ile
kazanılmış bilgilere aykırı olması; Kur'ân-i Kerim'e ve sahih hadislere
aykırılık; tarihî olaylara aykınlık; elde mevcut güvenilir hadis kaynaklarında
bulunmamak; birçok kimsenin görmesi gereken bir olayı bir kişinin rivayet
etmesi gibi hususlardır.
Nebi s.a.v. Arapların en
güzel konuşanıydı. Bundan dolayı Onun sözlerinde ölçülü bir ifade güzelliği,
açıklık, akıcılık, belağat gibi Arap dilinin kaidelerine uygun bir güzellik
vardır. İşte bu noktadan hareket eden muhaddisler, sözünde veya manasında
ölçüsüzlük, dil kaidelerine aykırılık bulunan hadislerin mevzu olduğunu
söylemişlerdir. Gerçek de öyledir. Meselâ halkı hayırlı işlere teşvik etmek
için uydurulan hadislerde aşırılık, özellikle sevap ve cezada ölçüsüzlük
vardır. Dinsizlerin ve islâm düşmanlarının uydurdukları hadisler ise
Müslümanlığın temel ölçülerine sığmayan bayağı ifadeler taşır. Bu belirtiler
onların uydurma olduğunu hemen belli eder. Meselâ “Kim (he) harfini tek gözlü
yapmadan besmele yazarsa Allah ona bir milyon iyilik yazar; derecesini bir
milyon kere yükseltir.”
''Kim helâlinden
kazandığı bir hurma ile iftar ederse kıldığı namaza 400 namaz ilave edilir.”
“Nisan ayının çıktığını
bana müjdeleyenin Cennet'e girmesine kefil olurum.”
Nebi s.a.v.'e gerçekten
ait olan sözler akla, sağduyu'ya, tecrübe ile elde edilmiş bilgilere tamamen
uygundur. Dolayısıyla bunlara aykırı olan sözler ona ait değildir. Meselâ,
“Nuh'un gemisi Kabe'yi yedi kere tavaf etti; İbrahim makamının arkasında iki
rekât namaz kıldı. Ana babasına iyilik etmek isteyenler şairlere para versin...
İnsanoğlunun kalbi kışın yumuşar. Bunun sebebi, Allah'ın Âdem'i çamurdan
yaratmış olmasıdır; çünkü çamur kışın yumuşak olur.” Uydurmaları gibi.
Allah Resulü Kur'ân-ı
Kerim'i müslümanlara tebliğ etmekle kalmamış; aynı zamanda onu açıklamış ve
uygulamıştır. Onun her sözü ve davranışı Kur'ân-ı Kerim'e uygundur. Buna göre,
eğer bir rivayet Kur'ân-ı Kerim'e ve onun doğrultusundaki sahih hadislere
aykırı ise onun uydurma olduğuna hükmedilir. Meselâ,
“Kötü ahlaklı olmak
affedilmeyecek bir günahtır.”
uydurması “Allah kendisine şirk koşulmasını asla affetmez. Bunun dışında
dilediğini affeder,..” mealindeki âyete
aykırıdır. Allah'ın adı Ahmed veya Muhammed olanları Cehennem'e koymayacağına;
güzel yüzlü ve siyah gözlülere azap etmeyeceğine dair olan uydurma da öyledir;
“Allah sizin
vücutlarınıza ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar” sahih hadisine
aykırıdır.
Mevzu hadislerin uydurma
olduklarını gösteren karinelerden birisi de hadiste anlatılanların tarihî
olaylara aykırı olmasıdır. Buna göre, bir hadiste anlatılan olaylar tarihî
gerçeklere uymuyorsa, o hadis uydurmadır.
“Soğuktan sakının; çünkü
kardeşiniz Ebu'd-Derdâ'yı soğuk öldürdü.”
Sözü gibi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in böyle bir söz söylemesi
mümkün değildir; çünkü Ebu'd-Derdâ Nebi s.a.v.'in vefatından 22 yıl sonra
Hicretin 32. yılında ölmüştür. Şu uydurma da aynı şekildedir;
“Hz. Aişe söylüyor: “Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem'in Fatıma'nın boynunu birçok defalar öptüğünü
gördüm. Bunun sebebini öğrenmek istedim. Buyurdular ki,
“Yâ Humeyrâ! Bilmezmisin
ki, Mi'raca çıktığımda Allah'ın emriyle Cebrail beni Cennet'e götürdü. Bir
benzerini görmediğim kokusu hoş; mevyesi nefis bir ağacın yanında durduk.
Cebrail'in soyarak bana ikram ettiği meyveleri yedim. Allah onlardan bende bir
su yarattı. Dünyaya dönünce Hatice ile beraber oldum; sonunda Fatıma'ya hamile
kaldı. İşte ben Cennet'teki o ağacın kokusunu özledikçe Fatıma'nın boynunu
öper; o kokuyu alırım.”
Bu hadisin uydurma
olduğu da tarihî olaylara aykırı oluşundan bellidir; çünkü Hz. Fatıma Nebi
s.a.v.'e peygamberlik verilmeden 5 yıl önce doğmuştur. Ayrıca Mi'rac,
Peygamberliğin 12. yılında ve hicretten bir; Hz. Hatice'nin ölümünden iki yıl
sonra olmuştur. Halbuki hadise göre, Peygamberlikten önce doğan Hz. Fatıma'nın,
Hz. Hatice'nin ölümünden iki yıl sonra dünyaya gelmiş olması gerekir. Böyle bir
şey olmayacağına göre hadisin uydurma olduğu kendiliğinden açığa çıkar. Nitekim
İbnu'l-Cevzî bu hadisi tenkit ederken şunları söylemiştir: “Bu sözlerin uydurma
olduğunda hadis mütehassısları bir yana, acemi hadisciler bile şüpheye düşmez.
Bu sözleri uyduran kimsenin zerre kadar tarih bilgisine sahip olmadığı
meydandadır; çünkü Hz. Fatıma, Nebi s.a.v.'e Peygamberlik verilmezden önce
dünyaya gelmiştir. Burada Mi'rac'dan bahsedilmesi ise ayrı bir rezalettir:
çünkü Mi'rac, Hz. Hatice'nin ölümünden sonra ve Hicretten bir yıl önce
olmuştur.”
Nebi s.a.v.'den rivayet
edilen hadisler genellikle birinci hicri asrın sonlarından başlamak üzere
derlenmiş, çeşitli metodlarla muteber eserlere geçirilmiştir. Öyle ki, bu
eserlere girmeyen hiç bir sahih hadis kalmamıştır. Bu yüzden elde mevcut
güvenilir hadis kitaplarında bulunmayan hadislerin uydurma olduğuna kanaat
getirilir. es-Suyûtî bu konuda der ki: “Hadis kitaplarında yer almayan,
muttasıl bir isnadı da olmayan hadislere yalnız bazı va'z, tefsir, siyer ve
tarih kitaplarında rastlamaktayız. İlk devirlerdeki hadis imamları zamanında
mevcut olmayan bu sözlerin çoğu sonradan uydurulmuştur.”
Mevzu hadisler arasında
öyleleri var ki, birçok sahabî huzurunda söylendiği iddia edildiği halde ravisi
tekdir. Bu husus o hadisin mevzu olduğuna mühim bir karine teşkil eder; zira birçok
sahabî tarafından işitildiği ileri sürülen bir hadisin hiç değilse birkaç
sahabî tarafından rivayet edilmesi beklenir. Veda Haccı dönüşünde Hz.
Peygamberin Gadîru Hum denilen yerde mola vererek kendinden sonra Hz. Ali'yi
halife tayin ettiğini ve fakat orada bulunan ashabın bu haberi gizlediklerini
söyleyen rafizîlerin iddiası bu konuda güzel bir örnektir. Bu uydurmanın önce
sahih bir isnadı yoktur. Öte yandan Nebi s.a.v. şayet Hz. Ali 'yi halife tayin
ettiğine dair böyle bir açıklama yapsaydı, hilafet konusunda o kadar
anlaşmazlıkların çıktığı günlerde sahabîlerin bunu belirtmeleri gerekirdi. Oysa
binlerce Sahabî huzurunda söylendiği iddia edilen sözleri rivayet eden sahabî
çıkmamıştır. Buradan anlaşılır ki bu, rafizîlerin uydurmalarından biridir.
Nebi s.a.v.'in ikindi
namazını kılmadığı bir gün, batmış olan güneşin onun namazını yetiştirmesi için
geri döndüğünü, herkesin buna şahit olduğu bildirilen uydurma da böyledir.
Herkesin şahit olduğu söylenen bir olay yalnızca Ebu Seleme'den rivayet edilmiş
gösterilmektedir.
Ne maksatla uydurulmuş
olurlarsa olsunlar, mevzu hadislerin İslâm Dini'ne ve müslümanlara çok büyük
zararları olmuştur. Özetleyecek olursak;
a) Hz. Peygamberin
Kur'an-ı Kerim'i tebliğ edip hükümlerini uyguladığını biliyoruz. Yine biliyoruz
ki o, yaşayış ve davranışlarıyla müslümanlara örnek olmuştur. Nitekim Allah,
Kur'ân-ı Kerimde onun “en güzel örnek” olduğunu belirtmiştir. Ayrıca “Allah
Resulünün size verdiklerini alın; men ettiklerinden sakının” buyurmuştur. Bu
durumda Nebi s.a.v.'in sözleri ve davranışları İslâm Dini'nin özünü teşkil
eder. Bir başka deyişle, gerçekten ona ait hadisler, İslâmiyet'in esasını
oluşturur. O halde uydurma hadisler dinin özünü ortaya koymadıkları gibi yanlış
anlaşılmasına sebep olurlar.
b) Hz. Peygamberin söylemediği
bir sözü ona nisbet etmek veya onun ağzından yalan uydurmak dinin esaslarının
değiştirilmesi demektir. Helâli haram; haramı helâl göstermeye kadar varabilir.
Bu ise İslâm Dini'nde olmayan şeyleri var; olanları da yok göstermekle birdir.
Bu açıdan bakıldığında uydurma hadisler her şeyden önce İslâmiyet'in yanlış
anlaşılmasına sebep olmuştur. Söz gelişi bir uydurma hadiste Hz. Peygamberin
şunları söylediği iddia edilir:
“Dünya ahiret ehline
haramdır. Ahiret dünya ehline haramdır. Hem dünya hem ahiret Allah ehline
haramdır.”
Bu ve benzeri yüzlerce
uydurma hadisin müslümanların dünyadan el etek çekip tek taraflı bir zühd
hayatı yaşamalarının başlıca sebepleri olduğu şüphesizdir. Oysa Yüce Allah
Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurur:
“Allah'ın sana verdiği
(nimetler) de ahiret yurdunu gözet; dünyadan da nasibini unutma.”
“Yer yüzünde ne varsa
hepsini sizin için yaratan O'dur.”
“De ki Allah'ın kulları
için yarattığı zineti ve temiz rızıkları haram kılan kimdir? Bunlar dünya
hayatında Mü’minlerindir; kıyamet gününde de yalnız onlar içindir, de”
Demek oluyor ki uydurma
hadisler müslümanlara yanlış bir dünya görüşü aşılamıştır. İslâm âleminin
ekonomik bakımdan geri kalmasının en önemli sebeplerinden birisi de bu eksik
dünya görüşüdür, denilebilir.
c) Mevzu hadisler
müslümanlar arasına tefrika ve düşmanlık girmesine yol açmıştır. Daha önce söz
konusu ettiğimiz gibi Hz. Osman'ın şehit edilmesi üzerine müslümanlar arasına
ayrılık girmiş ve bu ayrılık zamanla çeşitli fırka ve mezheplerin doğmasına sebep
olmuştur. Bahis konusu fırka ve mezheplerin her biri, davasını kuvvetlendirmek
ve müslümanları kendi tarafına çekmek için hadis uydurmaya başlamıştır. Sonunda
bu hadislerin tesiriyle aynı dine bağlı, kitabı bir olan, aynı peygambere
inanan müslümanlar birbirine düşman hale gelmiştir. İşi daha ileri götürenler
karşısmdakileri küfürle itham etmiştir. Özellikle çeşitli Kelam ve Fıkıh
mezheplerinin bir kısım cahil taraftarları uydurdukları hadislerle müslümanlar
arasındaki ayrılığın artmasına sebep olmuşlardır.
d) Kur'ân-ı Kerim ve
Nebi s.a.v.'in koyduğu ölçülere göre bütün Mü’minler eşittir. Birinin diğerine
takvadan başka üstünlüğü yoktur. Hal böyle iken, aksine uydurulan hadislerle
müslümanlar arasında ırk, milliyet ve dil üstünlüğü fikri yayılmıştır, arapların,
Arapçanın, İranlıların, Farsçanın, Türklerin faziletlerine dair uydurulan
hadisler bu konunun örneklerini teşkil ederler.
e) Uydurma hadisler
İslâm Akaidine de tesir etmiştir. Bir takım din düşmanlarının uydurdukları
yüzlerce hadis İslâm Dini ile bağdaşmayan birçok batıl itikat ve hurafenin
İslâmiyet'e sokulmasına sebep olmuştur. Bu çeşit hadisler samimi müslümanların
inancını sarstığı gibi dini gönlüne tam anlamıyla yerleştirememiş olanları
ondan soğutmuştur. Bunun sonucu olarak zındıklık denilen dinden uzaklaşma
artmıştır, Ayrıca özellikle Allah, kader, Ahiret Günü gibi itikat esasları
etrafında meydana gelen çeşitli münakaşa ve sapmalarda mevzu hadislerin önemli
tesirleri olmuştur.
f) Özellikle
kıssacıların va'z ederken kullandıkları mevzu hadisler halkın cahil kalmasına
ve tembelliğine yol açmıştır. Kıssacıları İslâm âlimi sanarak peşine düşenler
İslâm Dini'nin gerçek yönünü hiç bir zaman öğrenemezler; çünkü kıssacı için
asıl olan daha çok halka İslâm Dini'ni öğretmek değil kendini onlara kabul ettirmektir.
Bunun için de çok kere asıl dini vazife ve sorumlulukları öğretecek sahih
hadisler yerine duygulara hitap eden asılsız hikayeler anlatmayı tercih
ederler. Aslında hadis uydurmanın en önemli sebeplerinden birisi, yukarıda
gördüğümüz gibi budur. İşte bu yüzden halk cahil kaldığı gibi tembelliğe de
itilmiştir. Ömür boyu ibadetle elde edebileceği sevabı iki rekatlık nafile
namazla kazanacağına inananlar ikincisini tercih edebilirler. Dolayısıyle
kıssacılar uydurma hadislerle halka bol keseden sevap dağıtırken asıl dinî
vazifelerin ihmaline teşvik etmiş olurlar.
Mevzu hadisler hüküm
yönünden iki kısımdırlar. Bunlardan birincisi Hz. Peygamberin ağzından
uydurulanlar; ikincisi, başkalarının sözleri olduğu halde Hz. Peygamber'in sözü
imiş gibi gösterilenlerdir. İkincisine Mevdû'u'l-Metn tabir edilmiştir.
Hangi kısım olursa
olsunlar yalan, uydurma ve düzme olduklarından mevzu hadislere hiç bir şekilde
itibar edilemez.
Mevzu hadis rivayet
etmenin hükmüne gelince,
a) Bir mevzu hadisi Nebi
s.a.v.'e aitmiş gibi rivayet etmek haramdır. Hadis ahkama, kıssaya, terğib veya
teşvike neye ait olursa olsun, farketmez.
b) Uydurma olduğunu
bilerek, müslümanların dikkatini çekmek için rivayet edilirse haram değildir;
fakat bu durumda uydurma olduğunun söylenmesi şarttır.
c) Mevzu olduğunu
bilmeden rivayet edenler bir günah işlemiş olmazlar; ancak dinî bir konuda
titiz davranmadıkları için hata etmiş sayılırlar.
d) Mevzu hadisi uydurma
olduğunu ispatlamak için rivayet eden bir âlim ise sevaba girmiş olur.